Boş bir parktan geçiyorum. İçinde gömülmüş hayallerle terkedilmiş halde bir park. Ağlarla örülmüş salıncaklar, ölümün soğukluğundan paslanmış kaydıraklar. Merdivenlerinden çıkarken yüzümdeki aptal hevesi nasıl unutabilirim? Ya da zincirlerinden tutunurken içimdeki uçma sevincimi…
Parktan uzaklaştığımda elime tutuşturulmuş bir şemsiye olduğunu farkettim. Şemsiye ne alaka diye düşündüğüm sırada buz gibi bir yağmurun altında kaldım. Hızlı sayılmazdı ama o da benden hoşlanıyordu bence. Yine de şemsiyeyi açtım ıslanmamak için. Korunmam gerektiği öğretilmişti sanki, bilmiyorum. İzin verseydim kendime gayet güzel sevişirdim onunla. Mümkün olmadı. Olduramadım. Uyduruk adımlarımla yola devam ettim. Pişmanlık değil fakat içimdeki bir duyguyu öldürmüş olmanın acısıydı damarlarımdan akan.
Yolun karşısındaki büfeye yöneldim. Kanıma acilen acımı azaltacak, azaltırken de unutmamı engelleyecek bir şeyler karıştırmam, duygularımı daha derinden çıkartmak için yaşam sıvımı şenlikli bir kokteyle dönüştürmem gerekiyordu. Yola adım attığım sırada yoldan geçen bir otobüsün camından bana el sallayan çocuklar gördüm. Henüz geçmişle geleceği birbirine eşitlemediğim halde, aralarından birinin ben olduğumu hatırladım. Seneler önce, kendime el salladığımı bilemeyecek kadar gelişememişti beynim. Ya da etiketsiz satın alınanlara erkenden ulaşamamıştı ellerim. Her iki türlü de kendime yıllar önce güle güle hareketi yaptığımı farkedemezdim zaten.
Nereye doğru hareket ettiğimi hatırlamayacak kadar uzayda gezindikten sonra gözlerimi gölün tam ortasında dalgalardan sallanan eskimiş bir sandalda açıyorum. Akşam üstü olmalı bir sonbaharın veya sabaha karşısı sessiz bir yaz gecesinin. Tek başımayım. Gözlerimdeki buğu kalktıkça gölden daha büyük bir olayın ortasında bulunduğumu hissediyorum. Dalgalar gölde olamayacak kadar geniş, etrafta görebildiğim herhangi kara parçası da yok. Hayalimde her zaman göl olurdu ancak tam burda hayalim de ihanet etmişti. Ağlayarak çiseleyen yağmur damlalarının bana dokunmamasına haykırdım. Neden? Bu sefer bana engel olan şemsiye de yoktu. Daha büyük bir acıyı hatırlamıyorum denizin ortasında. Bir damlanın tenime dokunması için binlercesini tenime akıtmış olmam lanetlenmişliğimden miydi? Gözlerim yenik düşene kadar orada sadece ağladım. Yine de gözyaşlarımdan başka hiçbir damla bana dokunmadı.
Yaşanmamışı özlemek acayip bir his.
Kadersiz dalgalanmalarımın sebebi bir avuç mutsuzluk. O avuçlardan da bende malesef milyonlarca var. Avuç avuç mutsuzluk birikti benim kumsalımda mutluların dolu şişelerinin aksine. Belki de sadece doğa dengesidir veya basit iki satır formülü vardır sahiden hepsinin. Yalnız hiçbirini seçmemiş olmak bu gerçeği değiştiremiyor.
Boş bir parktan geçiyorum. İçinde gömülmüş cesetlerle terkedilmiş halde bir park. Rengarenk yeni boyanmış salıncaklar, üzerinde tek ayak izi olmayan parıldayan kaydıraklar. Merdivenlerinden çıkabilmek umuduyla bencil gözlerimdeki kıskançlığı nasıl hatırlayabilirim? Ya da salıncağa zincirlerken içimdeki ölüm korkusunu…