Sahip

Sevimsiz bir gün, yalnız bir beyin, ağlayan gözlerden süzülen kalp kırıklıkları. Hepsinin bir anlamı mı olmalıydı? Güneşin batmasındaki hüzünle, gecenin başlamasının getirdiği şehvetin aslında aynı olması. Serin bir gökyüzünde yağmuru bekleyen rüzgar gibi ama alev alev yine de etraftaki herşey. Sessizlikte çimlerde uzanmış yatıyormuşum mutluluk yalanıyla, az önce aniden uyandırılmışım.

Sahipsiz şehrin kuru kalabalığının doluştuğu dar sokaklarında yürüyorum bu gece. Kahkahaların sahte fakat içten geldiği, dudakların arzuyla ve şiddetle buluştuğu, gözlerin zor odaklandığı ama kulakların her saniye müzikle coştuğu sokaklar hepsi. Her yeni sokağa döndüğümde gözlerin bana odaklandığını farketmemem mümkün değil. “Kim bu?” diye bakan gözlerin sahipsiz beyinleri detayları hafızasında tutamayacak kadar uyuşmuşken bir önemi yoktu sokakta yürüyenin ben olduğumun. Kendimi dar kapısından içeri attığım eski bir tuğla yığınının daracık merdivenlerinden yavaşça çıkarken hatırlıyorum. Kırılmış mermer basamakların sayısı hiç istemesem de aklımda, duvarlardaki ayak izleri ve yolunmuş duvar kağıtlarının sayısından bahsetmek dahi istemiyorum. Çıktığım dört kattan sonra ışıklı bir kapıdan içeriye girdim. Yüksek sesle gözlerimi tırmalayan şeyin müzik olmadığına eminim. İşim olmasa ses sistemi kalitesinin olması gerekenin çok altında olan bu yerde bir saniye durmam imkansızdı. Spotların insanlardan daha sıcak olamadığı bu mekana girmemle bembeyaz tenimdeki buz etkisini etrafa yaymam saniyelerimi almadı. Ben, yürürken yanımda solan çiçekleri artık umursayamayacak kadar tecrübeye sahiptim. Barda kendime boş bir tabure buldum. Karmaşık olaylardaki kararlılığımın aksine, basit bir içecek seçme kararını veremeyecek kadar kararsızım. Önemsiz bulduğum için belki ya da hala bağımlısı olamadığımdan mıdır bilmiyorum, karar mekanizmam çakılıp kalıyor böyle anlarda. Sonunda klasik olanı yapıp eski günlerdeki gibi içmenin hafif keyfini de hatırlayarak yine her zamanki içkiyi işaret ediyorum.

Saniyeler sonra yanımda başka boş tabureler de olmasına karşın sarışınımsı bir kadın oturmadığım fakat ayağımı üzerinde tuttuğum taburenin boş olup olmadığını soruyor. Yine birileriyle uğraşmak zorunda olacakmışım hissi anında sarıyor çevremi. “Sarı saçlarının gerçek olmadığı kilometrelerce uzaktan belli oluyor” deme düşüncesi içerisindeyken kendince özgüveni tam olan hatuna, bu cümleyle kuracağım iletişim de bir çeşit iletişim olacağından, “evet boş” diyerek aramızdaki diyaloğu çabucak bitirmeyi tercih ediyorum. Olmazsa olmaz beyaz tenin yoksa çok paylaşım canlısı olmadığımı anlarsınız.

İnsanların gözde olmak gibi bir amacı var sanıyorum, en azından gözlemleyebildiklerim malesef böyleler. Bense insanları seçerken doymuş ve doymamışlıklarına göre seçiyorum. Doymamış insan potansiyel bir zarar vericidir. Daldan dala atlamasına tahammül etmek güç ve yorucudur. Doymuş veya doymamıştan kasıt iyi ve kötü diye ayırdıklarınız gibi benim için. Benim için belli bir konuda doymuş insan iyi insandır, o konu üzerinde çıkar sahibi olmadan rahatlıkla paylaşım yapabilir. Doymamış insanlarsa saldırgandır, her konuda doymamışlık, yönünü bulamamışlık negatiftir. Bu salak ve gereksiz düşüncelerimden sonra hikayeye dönmeliyim sanırım…

Susuzluğumun ufak bir kısmını giderdikten sonra masada oturanların arasında onu bulmak umuduyla detaylı bir incelemeye başlıyorum ölümlü suratları. Spotların müzikle uyuşamadığı her an hepsini patlatasımın geldiği sırada, tam da hayalimdeki gibi hepsinden bir anda kurtulmuş olmak iyi geldi bir anda. Zifiri karanlık olmasa da huzurun ruhlara ulaşacağı kadar loştu ortam. Karanlıkta daha iyi seçebildiğim kişilikler, kimlikler, saçlar, dalgalar ve ellerde tutulan kadehler… Hedefe ulaşmak daha kolaydı artık. Yüzündeki acı dolu ifadeyi yakalarsam daha güzel uyuyabilecektim. En azından deneyebilecektim.

Farklı frekanslarda yaşadığım yaratıkları incelemem bitmiş ve sonunda karanlıkta parlayan gözlerinden onun yerini belirlemiştim. Zamanın göreceli olduğunu unutmuş olacak ki kaçmaya çalıştı ilk saniye. Yürümemi durdurduğum zaman dünyanın dönemeyeceğini ve zamanın taştan farksız olacağını ilk kez tatmamasına rağmen kaçma girişimini aklından çıkartamamıştı. İyi kontrol edemediğimden mi bilmiyorum, gözüme takılan bambaşka bir beyaz tenli yüzünden yine dünyayı döndürmek zorunda kaldım. Gözlerini sıktığımda enerjisinin rakipsiz olduğundan emindim. Tüm odak noktamı yitirdiğimde diğerleri gibi sıradan bir bedenim.

Yalnız olmak neyse de, hiç beklemediğin bir anda yalnız kalmak ve korkusu en uzak durmaya çalıştığım duygulardan. Yaşamın sorunlarını gidermek için yalnız kalmamak gerekirken, ölümün ıssızlığı için yalnızlık en güven vereni. Beklenmedik bir şey olma olasılığı düşük en azından.

Ortamdaki akışkanlığın arttığını anladığımda kaskatı kalanları inceliyorum, acaba bana ne kadar yakınlar? Aralarından bulduklarımı etiketliyorum. Farkındalık sahipleri gözlerinden belli. Sahipler.